Karbonhidratlar, karbon, oksijen ve hidrojenden oluşmuş organik bileşiklerdir. Biz insanları ilgilendiren en temel grubu şekerler oluşturur. Şekerlerin karbonhidrat olarak dizgilenmesi bir hayli karışıktır ve akademik olmayan bir çalışma için de gereksiz bilgi niteliğindedir. Bu nedenle biz şekerle gerçek hayatta nasıl karşılaşırız,hangi türünden uzak durmalıyız,öğrenmemizin bize somut faydası ne olacaktır sorularını yanıtlayacak bilgileri aktaracağım sadece.
Birinci grupta monosakkaritler denilen basit şekerlerle karşılaşırız. Besinlerde en çok bunlar bulunur: Glikoz (Dekstroz veya üzüm şekeri)İnsan dolaşım sisteminde serbest olarak bulunan ve kan şekeri olarak ölçülen şeker formudur. Früktoz (meyva şekeri) serbest halde meyvalarda,pekmez ve balda bulunur. Baldaki şeker %50 glikoz %50 früktozdur. Galaktoz (süt şekeri laktoz),glikoz ve galaktozun bileşiğidir. Basit şekerlerin ortak özellikleri tatlı olmalarıdır. İkinci grupta disakkaridler bulunur. Bunlar iki basit şeker molekülünün bir su molekülü kaybederek birleşmeleriyle oluşurlar. Sakkaroz (sofra şekeri) en çok şeker kamışı ve şeker pancarında bulunur. %50 Glikoz+%50 Früktoz’dan oluşur. Laktoz (süt şekeri) insan ve diğer memeli hayvanların sütünde bulunur.Glikoz+Galaktoz’dan oluşur. Maltoz tahıl ve baklagillerde az miktarda bulunur.Glikoz+glikoz birleşmesiyle oluşur. Disakkaritler beyaz renktedirler,suda kolay erirler ve tatlıdırlar. Üçüncü ve son grupta polisakkaritler bulunur ve nişasta ve nişasta olmayanlar adı altında iki grupta incelenirler. Nişasta bitkilerin tanelerinde, tohumlarında ve yumrularında depo edilmiş halde bulunur. Nişasta günlük aldığımız karbonhidratın %80-90’ını oluşturması nedeniyle çok önemlidir. Bitki tanelerinde amiloz ve amilopektin şeklinde bulunur. Buğday nişastasının %75’i amilopektin,%25’i amilozdur. Nişasta olmayan polisakkaritlerin en önemlisi sellüloz’dur. Bitkilere destek görevi yapar,bizim de diyet posamızı oluştururlar. Bunların büyük bölümü sindirim sistemi tarafından parçalanamazlar ve dışkı hacmini arttırarak bağırsakların çalışmasına yardımcı olurlar.
Bu en kısa şekliyle özetlemeye çalıştığım bilgiyi gelin birlikte hazmedip günlük hayatımızda inceleyelim. Tatlı, tat duyumuz içinde belki de en baskın olan ve dolayısıyla hangi yaş grubunda olursak olalım cazibesine zaman zaman da olsa kapılmaktan ne yazık ki kurtulamadığımız, bazılarımız için basit bir zaaf, bir kısmımız için ölümcül bir günaha dönüşebilen bir tutku halini alabilmektedir. Yukarıdaki ham bilgi ışığında sakkarozun (sofra şekeri) tatlılık derecesi 100 olarak kabul edildiğinde diğer şekerlerin tatlılık dereceleri: Laktoz 16, Galaktoz ve Maltoz 32, Glikoz 74, Früktoz 173 ve yapay tatlandırıcıları temsilen Sakarin 55 000’dir (evet baskı hatası falan değil yazıyla ellibeşbin).
1830’larda dünyada şeker tüketimi kişi başına ortalama 2 kg’dan günümüzde 75 kg.’a yükselmiştir.
Günümüzde batıda,gelişmiş ülkelerde yapılan beslenme araştırmaları; günlük kalorimizin %56’sını, genlerimizin geliştiği sırada var olmayan 3 kaynaktan aldığımızı gösteriyor. Bu 3 kaynaktan uzak durabildiğimiz ölçüde sağlıklı beslenme gereklerini yerine getirmemiz mümkün, aksi taktirde genetik evrimin gerçekleşeceği güne kadar kilo fazlalığından kansere uzanan geniş hastalık yelpazesinden payımıza düşeni almak zorunda kalacağız.
Nedir bu 3 kaynak:
1-Beyaz şeker ( şeker kamışı, şeker pancarı veya mısır şurubu kaynaklı)
2-Beyazlatılmış un (beyaz ekmek, beyaz pirinç, beyaz makarna)
3-Bitkisel yağlar (soya, ayçiçeği, mısır, kanola ve margarinler)
Rafine şekerle imal edilmiş kekler, pastalar, salata sosları, reçel, gazoz, colalı içecekler ve meyve sularının emilimi çok hızlıdır. Kana karışmaları maksimum 15-20 dakikadır. Oysa tahıl, sebze ve meyveden alınan doğal şekerin kana karışması 2-3 saati bulur ve kan şekerini hızla yükseltmez. İyi beslenmek ve sağlıklı kalmak istiyorsanız kan şekerinizin süratle yükselmesine asla izin vermeyiniz.
Birçoğunuz doğal şeker kaynağı olduğu inancıyla meyva yemekten zarar gelmeyeceğini düşünürsünüz. Oysa ölçü ve porsiyon kavramlarına en çok dikkat çektiğim besin grubu meyvalardır, çünkü vücudumuz meyvadan aldığı früktozu dahi metabolize etmekte güçlük çeker (Früktozun tatlılık derecesinin Glikoz'dan yaklaşık 2.5 kat daha fazla olduğuna bir kez daha dikkatinizi çekerim).
Bir de tüm bu bilgiye son yılların moda rafine şeker ürünü mısır şurubu (nişasta bazlı sıvı şeker) felaketini ekleyin. Mısır şurubu kompozisyonunda früktoz sofra şekerindeki %50 payına karşılık %80 hatta %90'a varan bir oranda bulunmaktadır. Ve bizler rafine şeker metabolizmasına uygun hale evrilmemiş organizmamızla mısır şurubu ithalatı arttıkça, mısır şurubu içeren gıda sayısı, ürün gamının büyük bir bölümünü işgal ettikçe her geçen gün yağlanmaya devam ediyoruz.
Dünyanın “büyük patlama”,”büyük tasarım”,adına ne derseniz deyin oluştuğu günden bugüne geçen yaklaşık 4.6 milyar yıla karşılık insanın varoluş tarihi 0.5-1 milyon yıl gibi hesaplanmaktadır. İnsanoğlunun avcı-toplayıcı atalardan-modern insana evrilmesi bu süre içinde gerçekleşmiştir. Bu süre içinde genetiğimiz değişmiş, vücudumuz daha ince ve uzun, beynimiz daha büyük, el , kol ve bacaklarımız daha orantılı hale gelmiş, dişlerimiz et yememize olanak sağlayacak şekilde uzamış ve sivrilmiştir. Bu bir çırpıda aklıma gelenlerin yarım milyon yılda gerçekleştiğini düşünün, bir de 250 yıl öncesine kadar “rafine şeker”in değil tadının adının dahi bilinmediğini. Dünya tarihi için bir an kadar kısa bir geçmişi olan “rafine şeker” ne yazık ki henüz bu gıdaya göre evrilmemiş insan metabolizmasını çok olumsuz etkilemektedir.
İddiam odur ki günümüz rafine şeker ağırlıklı beslenme şekline kalıcı bir çözüm üretemezsek bu yüzyılın sonuna varmadan insan ömrü yeniden 1900’lerin başlarındaki seviyesine gerileyecektir. Rafine şeker belasıyla hiçbir şekilde başa çıkmamız mümkün değildir. Böyle biline.